28 Kasım 2009

Pasif Yalancı - III

Martılara simit atıyorduk ve onlar da daha parçalar suya düşmeden havada kapıyorlardı. Ayça da heyecanla yerinden kalkmış, turuncu bir can simidinin yanında dikilmiş, elindekini fırlatıyordu. Etekleri havalanıyordu. Hepimizin üstünde üniforma, sırtımızda çanta vardı ama kimse bize soru sormuyordu. Okuldan kaçmış gibi bir havamız yoktu. Aslında aralarında en huzursuz olan bendim, bırakın okulda kaçırdığım ders notlarının telafisini, eve eğer geç dönersem bizimkilere ne diyeceğimi merak ediyordum. En başından beri dürüst olarak yetiştirildiğim için eve dönünce annemin, “Gökhan, okuldan sonra bir yere mi gittin? Bize niye haber vermedin?” diye başlayan sorular silsilesiyle nasıl baş edeceğimi düşünüyordum.

Elimdeki simit bittiğinde anladım ki diğerlerininki de bitmişti. Sinem’le Ali yine birbirlerine tatlı tatlı bakıyorlardı. Onların bu hali hoşuma gidiyordu çünkü daha on yedi yaşlarında hayatlarının aşkını bulduklarına inanıyorlardı. Ben daha önce hiç âşık olmamıştım. Hoşlandığım bir iki kız olmuştu, “İyi, hoş, tatlı kızmış” dediklerim de olmuştu ama yanları hiç boş değildi o kızların. Yanımda oturan Timuçin ise zaten bu işlerin adamı olduğu için ondan bahsetmiyorum bile. O bilirdi hangi kızda iş olup olmadığını. Pek yakışıklı değildi ama ağzı iyi laf yapardı. Kızları da anlamıyorum zaten, neden böyle hayatlarını internet kafelerde geçiren, sigara içen ve okulu boşlayan geveze erkeklerden hoşlanırlardı ki? Ben de sütten çıkmış ak kaşık değildim, bol sivilceli bir ergendim. Timuçin’i her ne kadar sevsem de, ne yalan söyleyeyim onu biraz kıskanıyordum açıkçası. Ama ona hiç sormadım işin sırrını, kendi yolumu çizmek istedim. Henüz elim boş, etrafta oluşan bahar çiftlerini izlemekteyim ama bir gün ben de mutlu olacağım, inanıyorum. Zaten hayat da akıp gitmiyor mu, işi rastlantılar hallediyor. Şimdilik ben okuldan kaçmış olmanın zevkine bakmalıyım. Ali’yle Sinem de karşımda öpüşedursunlar, Ayça’ya seslendim:

“Ne var ne yok denizde? Dalma öyle derin sulara, çıkaramayız seni sonra.” Başını bana çevirip güldü. Gözlerinin içi güldü. Geldi yanıma oturdu. Her zaman böyle candan, böyle samimiydi bu kız. Sabah sohbetlerimizin hatırına benimle arkadaş olmuştu okulda. İyiydi, hoştu, güzeldi ama paranoyak annesinden söz ederdi hep, ondan kurtulmayı hayal ederdi. Bense hayal kurmakta beceriksiz biri olarak onu dinlerdim. Mantıklı açıklamalar getirmeye çalışırdım ama anne işte bu atsan atılmaz satsan satılmaz. “Ömür boyu birliktesin Ayça’cım o kadınla. Baş etmenin bir yolunu bulman gerekir.” derdim. Şimdiyse yanımdaydı, dertlerini Marmara’nın sularında bırakmış gibi mutlu gözüküyordu. O da bugünü dertlerle mahvetmeme kararı almış olmalıydı. Açık kumral saçlarını kulağının arkasına atarken Topkapı Sarayı’nı gösterdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder