20 Aralık 2009

Hamam 101

Bu sabah Ege Cansu ve Seviko ile Aziziye Hamamı'na gittik! Üçümüzün de bilinçli olarak gittiği ilk hamamdı. Çok eğlendik! 1860'ta yapılmış efenim bu hamam, çiniler miniler tarihi hep. Kurna başı kavgası etmedik ama göbek taşına yatıp kese yaptırıp sabunlandık. Sanki yeniden doğduk! Hiç bu kadar temiz olmamıştık. Elbette bir falsomuz vardı, keselenmeden önce şampuanlanmaya niyetlendik. Kese yapan kadın geldi "Kese olacak mısınız? Aa şampuanlanmayın!" dedi bize, biz de kusur işlemiş gibi hemen tasları kurnaya daldırdık, başımızdan aşağı kaynar sular döktük... Sonra da "Hamam for Dummies" diye kitap yazmalı dedik güldük. Bikini ve şıpıdık plaj terlikleriyle girmeyi akıl ettik neyse ki hamama. Ama adımımızı atar atmaz haşlanmamız ve etraftaki samimiyeti agılamamız üstüne ben nihayet topless olmalı tecrübe ettim! Çok rahat bir ortamdı! En güzeli aslında yoğun sıcak suda derimizin buruş buruş olduğu sabun ve masajdan sonra kadının kurnaya kocaman tasla gidip benim yüzümü buruşturup acı sıcağı beklerken üstüme soğuk su dökmesi oldu. Ben mest mest eridim bittim ona! Harikaydı! Keşke gazozlarımızı içerde içseydik, ne serin olurmuş meğer. Bir de bizim oturduğumuz odaya Ege Cansu'nun "Pro" dediği bir teyze gelmez mi! Bütün odaları geziyormuş teyze, oturduğu yeri önce bir temizledi etti öyle oturdu. Üstünde hoş bir peştemal vardı çıkarmadı onu. Belki biz de bir gün onun gibi Pro oluruz hamam konusunda. Gelenekselleştirmeyi düşündük, İstanbul'daki çeşitli hamamları gezmeli bunun için. Evet, sırada hangisi var acaba? Sıradakine gitmeyi şu linkteki hamamlardan birinde düşünüyorum aslında:

18 Aralık 2009

Pasif Yalancı - V

“Daha önce yanında gitar çalan olmadı mı?” diye soracak oldum çalmayı bırakıp,

“Sus,” dedi, “devam et çalmaya, ara verme.” Onun isteğine uydum ve şarkının girişini tamamladım. Ben konsantre olmuş bir şekilde tellere ve önümdeki kâğıda bakıp parmaklarımı ayarlamaya çalışıyordum. Arada bir de ona bakıyordum. Hep parmaklarıma bakıyordu merakla, nasıl yapıyorum bu işi diye. Birkaç dakika sonra artık parmaklarıma değil de yüzüme baktığını fark ettim. Göz göze gelince hemen başını eğdi, yine gitara bakmaya başladı. Utanmış mıydı? Kendimi tutamayıp gülmüştüm. Durumumuz komik gelmişti. Ona komik gelmemiş olacak ki gülmemişti. Alınmamıştı da. Ama her ne olduysa, kafasındaki imajım o gitarla değişmiş olmalıydı. Demek ki şimdi ağzımı aramasının sebebi buydu. Yandık, dedim içimden. Ne bir tecrübe, ne bir güzel söz. Zaten kırmışız kızı, yalan söylemişiz gırgıra vurup. Ne yapacaktım?

Ayça, benim düşünceli düşünceli gökyüzüne baktığımı görünce herhalde dershanedeki hayali kızı düşündüğümü sanıp Timuçin’e çevirmişti güzel yüzünü. Onların arasında hep bir mesafe vardı. Timuçin’e Ayça’yı bırakmak, kurda kuzuyu teslim etmek olurdu. Dayanamadım, ben de ne konuşuyorlarsa katılmaya karar verdim. Ayça da sağlıklı yaşama taraftarıydı ve Timuçin’e niçin sigaraya başladığını soruyordu. Timuçin ise,

“Bizim arkadaşların yanında tek içmeyen bendim, bir gün ben de deneyeyim dedim, hep beraber zevk alırız diye. O günden sonra onlarla ne zaman buluşsak içer oldum. Sadece onlarlayken zevki çıkıyordu. Sonra baktım ki pek bir zararı yok, onlar olmadan da içmeye başladım geçenlerde.”
“Ne kadar da zararsızmış canım…” dedim alay ederek. Ayça da,

“Gökhan’a katılıyorum Timuçin. Hiç araştırdın mı vücuduna neler yaptığını?” Timuçin azarlanmaktan hoşlanmayan şımarık bir çocuk gibi kaşlarını çattı ve,

“Size ne bundan? Zevk benim, ciğer benim. Zaten attın denize güzelim yeni paketi, bir de nasihat ediyorsunuz.” Amma da gerilmiş çocuk. Benim yüzümden oldu bu.

1 Aralık 2009

Pasif Yalancı - IV

“Hiç gezdin mi Topkapı’yı?”

“Evet, ilkokuldayken günübirlik götürmüşlerdi. Aklımda tek kalan kaşıkçı elmasıyla, harem bölümü.”

“Siz erkeklerin aklında kalan zaten ya ihtişamlı nesneler ya da kadınların mahremiyeti!” diyecek oldu.

“Ayıp ediyorsun Ayça ama. Genelleme erkekleri bu kadar. Kime yan gözle baktığımı gördün?” dedim usulca. Başını biraz geri çekip yana eğdi,

“Bilmem, onu kalbindeki kız düşünsün, bana ne!” dedi gülerek. Ne yapmaya çalışıyordu bu kız? Ağzımı mı yokluyordu yoksa? Gerçeği söylesem mi hemen dürüstlük edip, “Sevgilim yok Ayça, doğru düzgün de olmadı zaten!” desem mi? Ama bugün benim günüm, kararlarımda özgürüm, denizin ortasındayım.

“Kıskandıracak bir kız var aslında.” dedim muzipçe.

“Yapma ya?” dedi ama gözlerindeki heyecan bir anda gölgelendi, “Kimmiş peki? Ne zamandır arkadaşız seninle, bu konuda hiç konuşmadık. Ben tanıyor muyum bu şanslı kızı?” Hayda! Neden şanslı oldu şimdi benim hayali sevgilim? Var bu işin içinde bir iş ama hadi neyse.

“Yok, sen tanımazsın, dershaneden bir kız.” dediğimde de keşke söylemez olaydım diye geçirdim içimden. Kızın yüzünden düşen bin parça oldu bir anda. Ne oluyordu ki ona? Ben mi saf delikanlıyı oynuyordum yoksa Ayça’ya söylediğim minik yalan onda gerçekten de tamiri olmaz bir yara mı açmıştı. Eyvah! Baltayı taşa vurduk daha ilk adımdan. Meğer meğer beni mi beğeniyordu? Yok canım daha neler… Ama ya öyleyse? Aklıma bir anda geçen hafta okula götürdüğüm gitarımı çaldığım sıra geldi. Öğle teneffüsüydü ve sınıftaydım. Gitar hocamın verdiği şarkıya çalışıyordum. Övünmek gibi olmasın, abimden bir yıl sonra başlamış olsam da ondan çok çok daha iyi çalıyorum. Evde elimden düşürmediğim için o da avucunu yalıyor çaresiz. O gün de okula götürmüştüm ama amacım sınıfta caka satmak değildi, zaten çok tenha bir zamanı seçmiştim kendime. Arif’le Mithat pencere kenarında durmuş bir şeyler konuşuyorlardı. Ben de tıngırdatıyordum işte. Sınıfa Ayça girdi ama notaların sesini duyar duymaz sanki büyülenmiş gibi yanıma yöneldi ve hemen önümdeki sıraya oturdu. Gitarla birlikte ben iki kişilik sırayı kaplıyordum çünkü. Hayran hayran gitara bakmaya başladı.