12 Ağustos 2010

Pasif Yalancı - VIII

Ali gerginliğimi anlamış olacak ki konuyu değiştirdi bir anda: “Ee, buradan böyle Dolmabahçe’nin yanından yürüyeceğiz, değil mi?” “Tabii sen dün bahçede Sinem’leydin, dinlemedin planımızı.” diyecek oldum, Timuçin tarife başladı, “Dün Gökhan’ın çizdiği şemada gösterdiği gibi, buradan dümdüz yürüyeceğiz. Stadı geçeceğiz, Tophane'den sonra Mimar Sinan Üniversitesi var. İşte ondan sonra da liman işletmelerinin orda İstanbul Modern.” Anlattıklarımı harfi harfine söylemişti. “Ne güzel tarif etmişsin Gökhan, Timuçin ezberlemiş.” dedi Ali. “Ama keşke bana daha önce tarif etseydiniz de Karaköy vapuruna binseydik. Yürümezdik bu kadar.” Timuçin'in aklı karışmış, bana bakarak, “Şema aklımda olmasa böyle anlatamazdım.” Utanarak, “Sizin de işiniz iş ha. Sıkılmıyor musunuz her gün dışarıda gezmekten?” diye sordum ikisine konuyu değiştirmek için. Ali, “Niye sıkılayım ki?” Sinem’i gözleriyle işaret ederek, “Öyle tatlı ki…” Timuçin’in mavi gözleri de bu sırada Ayça’ya kaydı. “Evet, kızlarla vakit geçirmek güzeldir. Her an buluşabilirsin. Bazen sinirlerin gerilir ama sonuçta çıkarın var, senden hoşlanıyor, seni sevdiğini söylüyor, ne istersen yapacağına seni ikna ediyor.” Ne diyor bu çocuk? Çek gözlerini Ayça’nın vücudundan! Kolumu Timuçin’in omzuna attım dikkatini dağıtmak için. “Sahiden, nasıl oluyor da o kadar içten olabiliyorlar? Sen çözdün mü sırrını?” “Yok canım sırrını çözmeye ne gerek var, zevkini yaşa, yeter sana.” Önümüzde tıngır mıngır yürüyen Sinem ve Ayça’ya baktım. Hiçbir şeyin farkında değilmiş gibi üstümüzdeki yüksek ağaçlara bakıyorlardı. Yeni yeni tomurcuklanmıştı dallar.