31 Temmuz 2010

Plazada son gün

Toplam 22 iş günü süren stajımın son günündeyim. İçimde bir mutluluk var, paralar yatmış! Pazar günü de tatile çıkıyorum. Evet 22 yıldır olduğu gibi yine ailecek, yine Bodrum, yine saatler süren bir araba yolculuğu beni bekliyor... Uzun uçak ve araba yolculukları, zorunda kalmadığım sürece, sıkıntı veriyor. Klostrofobim de yok. Sadece yükseklik korkum var. Bunu da 15. kata ine çıka yenebileceğimi fark ettim. Neyse, bu sefer bizimkiler geçerken beni Kuşadası’nda Seviko’ya bırakacaklar. Birkaç gün boyunca eğleniciiiz.

Dün akşam zaten Ege Cansu ve Seviko’yla İstiklal’de buluştuk vakit geçirdik. Önce Melekler Kahvesi’nde oturduk, yemek yiyip lafladık. Ege Cansu hanfendü fal baktırdı, ağzı kulaklarında döndü. Bense son günlerde çevremdekilerle bol bol bakıp baktırdığım için ihtiyaç duymadım. Oradan çıktığımızda Ege Cansu Leo partisine koşturdu, biz de Seviko’yla Küçük Beyoğlu’na gidip o gürültüde boğazlarımızı patlata patlata birbirimize son 8 ay içinde neler yaptığımızı anlattık. Sesim kısıldı. Çalışanlar bir karnaval havasında yüzlerini zombi, palyaço vb. şekillere boyamışlardı. Bizim yüzlerimizi de boyamak için bol bol sordular ama uslu genç kızlığımız tuttu işte “Biz almayalım” dedik defalarca. Halbuki hiç de uslu genç kızların konuşacağı şeylerden söz etmiyorduk gece boyunca. Ayrıca bize servis yapan çocuk sarhoş gibi sallanıyordu. Seviko’yla, “Herhalde arkada içiyorlar gizli gizli” diyorduk, ki belki hiç de gizli içmiyorlardı. Can’ın üniversiteden arkadaşı Cihat’ı da gördüm selamlaştık, yanında 3 hatun vardı. Keyfine diyecek yoktu! Küçük Beyoğlu’ndan çıkıp köşeyi döndüğümüzde hali hazırda bir midye dolmacı bekliyordu. Ben hiç bu kadar kibar bir midye dolmacı görmedim. Yediklerimiz de tam ağzımıza layıktı. Bir ara dişlerimin arasında sert bir şey hissettim, adam “İnci mi? İnci mi?” diye heyecanlandı. Sonra baktık ki limonun çekirdeğiymiş. Güldük geçtik.

Bugün de güya faturaları gireceğiz ama bir türlü sabahtan beri iş yok önümüzde. Biz de diğer stajyerlerle Kanyon’a gideceğiz öğlen yemeğine. Gerçekten onlar olmasaydı sıkıntıdan patlayabilirdim. Çok hoşsohbetler. Daha sonra da buluşmayı, Ada’da mangal yapmayı, planladık. Dün de tam bizim son günlerimizde giderayak iş çıktı. 1 aydır ofiste tüm dağınıklığı oluşturan dosya, belge, zarf, fotoğraf, çiçek ne varsa toplu temizliğe giriştik. Nihayet. Önümüzdeki günlerde yeni gelecek stajyerlere yapacak iş kalmadı nerdeyse! Akşam burdan son kez çıkmadan önce ofistekilere bir güzellik yapmayı düşündük. Pasta almayı planlıyoruz öğleden sonra. Aslında burda bir Hoşbeş kültü mevcut ama onu her gün yapıyorlar. Birisi alıp da diğerine söylemeyince şakadan kıskançlıklar çıkıyor mesela.

21 Temmuz 2010

Pasif Yalancı - VII

Halatlar atıldı aşağıda, henüz halatlar tam bağlanmadan vapurdan sekerek iskeleye atlayanlar da oldu tabii ki. Biz yukarıda oturmaya devam ettik. Kat boşalınca biz de “Haydi inelim artık,” dedik ve dik merdivenlerden alttaki açık bölüme indik. Kenardan tek sıra halinde yürüdük ve gayet güvenli bir şekilde vapurla iskele arasına çekilmiş köprücükten geçtik. İlerlerken Ayça Sinem’le sohbet etmeye başladı. Ne konuştuklarını bilmiyorum ama içimden bir ses beni çekiştirdiklerini söylüyordu. Ali de bana döndü o sırada. Mülayim gülümsemesiyle,

“Bak sen de kaçtın okuldan ilk defa.” dedi. Kültürel bir aktivite yapmayacak olsak kaçmak istemezdim. Ben de böyle böyle küçük yalanlar söylemeye başladım. İlki okulu asmaktı. Başarılı da oldum aslında. Bakın, karşıya geçtim! Hiçbir şüphe çekmeden, abime bile çaktırmadan.

“Nihayet,” dedim, “zinciri kırdım.”

“Rutinlik zincirini… Daha çok kıracaksın, merak etme.”

“Bir de senin gibi günümü gün edecek sevgilim olsa.”

“Zor iş değil, buluruz sana da bir kız.”

“Nereden bulacaksın?”

“Oğlum, Timuçin gibi bir adam var hemen yanı başında. Onu niye hesaba hiç katmıyorsun? Sana yardımı dokunabilir.” Arkamızda yürüyen Timuçin, adını duyunca hemen atıldı:

“Tabii Gökhan, ben ne güne duruyorum? Bu âlemi tanıyorum. Bak tavsiye istersen hiç çekinme.” Bana bozuk değil miydi bu çocuk? Ne oluyor, böyle bir anda yardımsever arkadaş havalarına girdi?

“Hayır, sağ ol, işimi kendim görmek istiyorum.” Bir paket sigaranın hıncını nasıl çıkarabilirdi ki? Beni üzerek mi?

“Benden söylemesi. Sen istediğini yap.”

Pasif Yalancı - VI

“Timuçin’cim, biz senin için kaygılanıyoruz. Sonra bunun bağımlılığı var, kanseri var, hem harcadığın ve harcayacağın parayı da düşün. Sırf paketlere değil, gelecekte doktor ve ilaç paralarını, ailenin çekeceği sıkıntıyı, onların üzüntüsünü...” Yine ailemin sıralayabileceği türden mazeretler buluyordum.

“Ben henüz var olmayan bir ailenin üzüntüsünü neden engellemek isteyeyim ki? Zaten beş yıl fazla yaşasam ne olacak ki bu hayatta? Ben gençliğimi doya doya yaşayayım, yaşlılığımı yaşamasam da olur.”

“Öyle deme ama. Ne yazarlar var, yetmişinden sekseninden sonra kendi içlerindeki cevheri anlayıp işe koyulup meşhur oluyorlar.” Bunu söyleyen edebiyat aşığı Ayça’ydı tabii ki.

“Yazar olmak isteyen kim Ayça? Hem bırak Allah’ını seversen. Bozuğum ben Gökhan’a. Kişisel tercihlere hiç saygı duymuyor. Atıveriyor benim değer verdiğim şeyi.” Ayça bana baktı yine üzgünce. Ona da mı aynısını yapmıştım? Bu muydu aklından geçen? Onun kalbini de mi denize fırlatmıştım? Sorabilsem keşke…

“Ben... Affedersin Timuçin ama yaptığın doğru değildi.” diyebildim.

“Hala devam ediyorsun Gökhan! Bırak da insanları kendi ideallerine çekeceğin yerde yanlışlarıyla yaşasınlar, kendileri öğrensinler. Rahat bırak, kendini de sıkma benim için.”

“Ama sonra çok geç olabilir. Hem ben de yanımda içilmesinden hoşlanmıyorum. Sen de bana saygı duy o zaman.” Bir Timuçin’e bir bana bakan Ayça sonunda dayanamadı, işin içinden çıkamayacağını anlamış olacak ki yine ayağa kalktı, yaklaşmakta olduğumuz Barbaros Hayrettin Paşa İskelesi’ni işaret etti ve “Geldik!” diye bağırdı bize.

Sinem, bedenini Ali’nin rahat kollarından sıyırdı ve o da ayağa fırladı. Şimdi vapurun civcivli zamanıydı. Herkes vapurun yaklaştığını anlayınca alt kata doluşacak, kalabalık olacaktı. Bense sevmezdim hemen aşağı inip kalabalığa karışmayı. Ali de benim gibi düşünüyor olacak ki, Sinem’in elinden tutup,

“Bekleyelim mi aşkım biraz? Bak hem ne güzel parlıyor güneş. İyice yanaşsın iskeleye vapur, kalabalık dinsin biraz, öyle ineriz.” Sinem bu sözlerin sakinliğine dayanamadı ve hemen oturdu yumuşak başlı sevgilisinin yanına. Bu çifti huzurlu kılan kesinlikle Ali’ydi. Sinem daha heyecanlıydı, atikti. Ayça yine aşağıya bakıyordu. Ama yanaşmakta olan vapurun çıkardığı köpüklerde boğuluyordu bu sefer. Keşke söylemez olaydım o aptal yalanı. “Yok öyle bir kız Ayça, kandırdım seni!” deseydim ama o zaman da “Pis yalancı” derdi bana, yine kalbinin sıcaklığını tattırmazdı. Ah şu kızlar ah…

20 Temmuz 2010

Hayat!

Yaşamak istiyorum deli dolu,
Güven içinde ve huzur dolu...

Keyfimi kaçırmayın çabuk darılırım
Ömrüm bende kalsın, ben çalışırım

İhtimaller olmayacak değil ama,
Lütfen hayallerimi baltalama!

Ben sana ne yaptım hayatına kasteden?
Bu korku salan düzen neden?

Kurbanlık hepimiz için bir olasılık
Esas özgürlüğe, barışa giden yol silahsızlık

Ağıt mı lazım yitince her sonsuz beden?
Ne yapmalı? İnsanlık elden giden!

Bir hiciv de benden madem
Yerleşmeden herkesin içine, bitsin, bu matem!

19 Temmuz 2010

Dream & Development film serisi

Bugün bir arkadaşımla önce bir eğitim kurumundan sonra da Requiem for a Dream ve Trainspotting filmlerinden bahsederken spontane olarak aramızda şöyle bir diyalog gelişti:

X: Yerin adı Dream and Development.
A: Anlamadım, serinin adı mı bu olacak?
X: Hayır kursun adı bu.
A: Tamam o zaman. Ben de sandım ki bu filmlerin seri halinin adı bu olacak. Ne kadar uyumlu baksana:
Film 1. Dream (Requiem for a Dream)
Film 2. Development (Trainspotting)

Ergenlere uyuşturucu ile ilgili negatif sonuçları böyle bağımlı gençlerin başına gelenlerle, ilacı şekere bulamak diye tabir ettiğimiz şekilde, anlatıyorlar. Başarılı bulduğumu söylemeliyim.


Son demlerim

Hayatımda ilk defa staj yapıyorum. Yarısı su gibi geçti, iş verip ilgileniyorlardı bizimle. Şimdi bütün gün iş beklemekten, evet beklemekten yoruluyorum. İş yapıp yorulmakla yapmadan yorulmak arasındaki farkı öğrenmiş bulunmaktayım. Elbette çalışmak tercihimdir. Keşke kurumsal iletişimle ilgili okuduğum kitap dışında okulda buna benzer bir ders açılsaydı da alsaydım. Daha çok halkla ilişkilercilerin yapacağı bir alan. Benim burda ne işim var demedim de değil hani. Yine de Sabancı Baharı projesi için beyin fırtınası yapmaktayız. Çok şahane, eğlenceli fikirlerimiz var. Diyoruz ki keşke bunları uygulasalar da biz de eğlensek! Mesela Hindistan'daki Holi bahar festivalini ithal etmek istiyoruz. Doğal toz boyaları etrafa saçmak, dağıtmak, beyaz T-shirtleri rengarenk boyamak ve bunu hayat boyu hatırlamak... Ne harika olurdu!