1 Şubat 2010

Açık denizde


Açık denizde giden bir yolcu gemisiydim ben. Yolum belliydi, kamaralarım doluydu, kaptanım işini biliyordu. Hiçbir korkum yoktu, güvenim tamdı mürettebatıma. Ne fırtınalar atlatmıştık! Ne kabaran dalgalar ne esen rüzgarlar yelkenlerimi parçalamaya çalıştı. Yılmadım. Karanlıktan korkmadım. Darbe aldığımda hiç kimseye ihtiyacım olmadı. Kendi yağımla kavruluyordum demek en doğrusu. Ne de olsa çarklarım hala ilk günkü gibi işliyordu. Kendime yetiyordum. Tüm yolcuların eşyalarını ambarlarda saklıyordum. Yolcular benim için çok önemliydi. Ama benimle uğraşan, yön veren, temizleyen ve yürekten seven esas mürettebatımdı. Ta ki o sessiz gece gelene kadar.

Yolcuların hepsi kamaralarına çekilmişlerdi. Yükler iyi korunuyordu. Kaptan uyumuyor, içiyordu alabildiğine. Beni denizin dibine demirlemişti, bir yere gidemezdim tek başıma. Işıkları yakmamıştık, aydınlık değildi. Ama korkmazdım ben karanlıktan, hiç kimseden.

Ne yazık ki nöbetçiler işlerini boşladılar, uzaktan gelen o karaltıyı fark etmediler. Emindim ki bu bir korsan gemisiydi ve beni soyup soğana çevirecekti. Elimde değer verdiğim her ne varsa alacak, benim de aklım başıma geldiğinde çok geç olacaktı. Tüm duygularımı sömürecek, beni bir başıma yalnız bırakacaktı. İstemedim böyle olmasını, hiç istemedim. Halimden memnundum. Nasıl uyarabilirdim beni sevenleri? Nasıl? Ben kocaman cansız bir yolcu gemisiydim. Elimden ne gelirdi? Daha da yaklaşıyordu korsanlar. Kim bilir, her şeyi çalmak yetmeyecek, belki de buna karşı çıkanların hayatını bağışlamayacaklardı! Böylece ben de bir daha sefere çıkamayacaktım, “uğursuz gemi” damgasıyla… Önlemeliydi korsanları. Nasıl? Nasıl!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder