1 Ekim 2009

Geçmişsizlik ve Geleceksizlik


Geçmişsizlik ve geleceksizliğin buluşturduğu yüzlerce sıradan insan gibi o gün tesadüfen yanyana oturmuşlardı. Birbirlerinin yüzlerine önce bakmadılar bile. Yanıbaşlarında sadece bir varlık vardı. O anda ikisi de bir diğerinin yaptığı gibi kendi düşüncelerine mi dalmıştı? Şüphesiz. Ama ötekinin bundan haberi yoktu. Sonra farklı zamanlamalarla kendi düşüncelerinden sıyrılıp etraflarına bakmaya başladılar; belki tanıdık bir sima görürler diye. Gözlerini kıstılar, kalabalığa göz gezdirdiler. Ama birbirlerinin gözlerine hiç bakmadılar.

Birazdan sessizlik olacaktı. Kalabalıktan çıt çıkmayacaktı. Herkes kulak kabartıp duyduklarını kağıda dökmeye başlayacaktı. Umurlarında başka hiçbir şey olmayacaktı. Her ikisinin de dünyasında konusu önemli olmayan ve sadece yankılanan pes bir ses ve kalemin kağıdı uzun uzun öpüşünden kaynaklanan bir kayış. Geri kalan herşeyden kopuş.

Tuna o sabah yataktan bir türlü kalkamamıştı. Sinsi uykuya haddini bildirip hazırlanamamıştı. Nihayet üşüyüp kendine geldiğinde yarım saat fazladan uyukladığını fark ederek telaş içinde soyunmaya başladı. Evden apar topar çıkıp arabasına bindiğinde içindeki ses ona sakin olmasını öğütlüyordu. Yolda trafiğe takılacağının bilincindeydi ama elden ne gelir? Uykunun alacağı olsundu. Tuna okula geç kalmıştı.

Tuna'nın hayatının belirli bir akışı vardı. Bir okulu, bir ailesi, birkaç yakın arkadaşı ve gitarı. Hayır bunlar oyalanmak için değildi, hayatının belli başlı öğeleriydi bunlar. Değer verdikleriyle hayatını tartıyordu. Kendi benliğiyle değil ama sahip olduklarıyla varlığının anlam kazandığına inanıyordu. Bir de arabası vardı, ailesinin ona başardıklarının karşılığı olarak aldığı hediyeydi. Nitekim bu sabah arabası Tuna'ya yine büyük rahatlık sağlamıştı. Bu ilk geç kalışı değildi.

Büyük amfiye usulcacık girdi, en kenarda kalmış boş koltuklardan birine oturdu ve saate baktı. İlk dersin bitimine ramak kalmıştı. Ders anlatan profesörün sesi ve önlerindeki kağıtlara gömülmüş yüzlerce öğrenci kalabalığından başka hiçbir şeyin önemi olmayan amfide Tuna kendini yapayalnız hissetti. Ama Tuna bunca kalabalıklar içinde kendini küçücük hissetmeye pek alışık değildi. Daha önce yalnızlığının bu denli farkına varmamıştı.

Sanki ona daha fazla ızdırap vermemek istercesine profesör on dakikalık ara verdiğini amfiye ilan etti ve kürsüsünün arkasına geçti. Tuna derin bir nefes aldıktan sonra bir anda uğultu içinde kalan amfinin en arka sırasında ayağa kalktı ve tanıdık bir yüz aramaya başladı. Aslında nerdeyse herkes aynı şeyi yapıyordu. Birkaç sıra aşağıda ayakta yanyana duran Cenk ve İdil'i görünce önce şaşırdı sonra onların kendisini görmediğini fark edip koşar adım yanlarına indi.

Tuna'yı önce Cenk gördü ve gülümsedi. İdil'se onun arkasında duruyordu ve başka bir yöne bakarak elleriyle birilerine birkaç işaret yapıyordu. Tuna yüzündeki yorgun ifadeyle iyice yakınına gelince Cenk yüksek sesle bir kahkaha attı. İdil hemen yanından gelen bu kahkahanın sebebini anlayamamıştı ama oldukça irkilmişti. Hemen arkasına döndü ve Tuna'yı gördü. İdil onun yanındaki çocuğu tanımıyordu, daha önce hiç görmemişti ama belli ki Tuna'yla arkadaştılar. Cenk'le kısaca birbirlerine hal hatır sorduktan sonra sıra İdil'e gelmişti.

“Tuna sen yine ilk dersi kaçırmışa benziyorsun! Gözlerinin altına bak, mosmor. Geç yatmış yine belli ki... İstersen benim notlarımı sonra veririm, fotokopi çektirirsin.”

“Muhtacım notlarına, biliyorsun. İnanılmaz işe yarıyorlar Cenk, bilemezsin!”

Sonra İdil birden tüm içtenliğiyle tüm ders boyunca kendisini nasıl kaybettiğini anlattı.

“Sen faydalanıyorsun ama ben onları yazacağım diye bütün ders canım çıkıyor. Mesela demin bir bakış açısından diğerine atladı sonra diğerine derken herşey birbirine girdi. Başımı da kaldıramıyorum çünkü birinden baksam ne yazdığına, adamın bir sonraki cümlesini kaçıracağım. O yüzden stres oldum, fenalık bastı. Nerdeyse isyan edip not almayı bırakacaktım. Ama yanımdaki kalem sesleri beni gaza getirdi diyebilirim!”

Cenk duyduklarından şaşırmışa benziyordu çünkü daha demin yanında oturup delicesine notlar alan kız bir anda düşüncelerini cıvıl cıvıl etrafa saçmaya başlamıştı. Öyle umarsızdı.

Bu sırada Tuna uzanıp defterlerini İdil'in yanındaki boş koltuğa koydu. Cenk'in ve İdil'in yüzüne tekrar baktığında tuhaf bir çekimserlik sezdi ve sordu,

“Siz birbirinizi tanıyorsunuz, değil mi? Yoksa neden yanyana oturasınız ki koca amfide?”

Cenk'le İdil bu soru üstüne birbirlerinin yüzlerine tanımak için, tanışmış olmak için baktılar. Cenk fişek gibi elini uzattı ortaya,

“Ben Cenk!”

“Ben de İdil. Memnun oldum Cenk.” dedi İdil gülümseyerek.

“Ben de çok memnun oldum!” Nedense heyecan patlaması yaşıyordu Cenk. Tuna bunun farkında olacaktı ki Cenk'in hala tokalaşmakta olan elini çekmesi için omzuna dokundu.

4 yorum:

  1. Aslında bir hikayenin girişi olacaktı bu, ama sonra çeşitli sebeplerden dolayı devam ettirmemeye karar verdim. Tanışsınlar bitsin diye. Acaba tanışmamalılar mı? diye düşündüğüm de oldu. Ne yapmalıyım?

    YanıtlaSil
  2. Tanışsalar daha iyi olabilir gibi; çünkü garip bi "yarım kalmışlık" var bu yazıda, tabii bence.

    YanıtlaSil
  3. Onların bir ilişkisi olmayacak, o yüzden yarım kaldılar. Garip olan bu bel ki de =) Kendimce karakterlere işkence ediyorum... Gelecekleri olmayacak!

    YanıtlaSil
  4. Hımm..O zaman bitmesi en doğrusuymuş kesinlikle.

    YanıtlaSil